Cumhuriyetçi vesayetten cemaatçi vesayete giderken, İhtilâl’ Evlâtlarını mı Yiyor?
İhtilâl’ Evlâtlarını mı Yiyor?
20.01.2012
Önce Etyen Mahcupyan’ın Hrant Dink’in katlini ‘meşru’laştıran mahkeme kararına “PKK olmasa AKP bu cinayeti çözerdi” teşhisi koyarken sarf ettiği şu sözlerin altını çizelim: “AKP şans, ama kandırılıyor. İslâmî kesim en önemli güç, o da kamusal alana çıkmıyor. İslâmî aydınlar da zayıf”.
Türkiye’de iktidar koltuğuna bürokratik cumhuriyetçiliğin yerine liberal-İslâmcılığın oturtulmasında itici güç teşkil etmiş ‘entelektüel performans’ın önde gelen bir isminin bu sözleri, satır aralarında bir ‘özeleştirel serzeniş’ içeriyor dersek abartmış mı oluruz?
O halde yine önceki gün öğrendiğimiz, Mehmet Altan’ın STAR gazetesinden ayrılması haberine çevirelim objektifi… Altan’ın Fırat Haber Ajansı’na verdiği röportajda gazetesinin yayın çizgisini eleştirmesi yönetimde rahatsızlık yaratmış ve yönetimin sözlerini düzeltmesi isteğine Altan olumsuz yanıt verince de yollar ayrılmış. ‘Yeğen’ Sanem Altan da ‘keyfiyet’i “Başbakan’ın çevresi iyice çıldırdı” şeklinde yorumladı.
Bunların tümüne ne dersiniz peki? ‘İhtilâl evlâtlarını yiyor’ dense çok mu abes kaçar?!
‘Bürokratik-militarist’ olarak nitelenen bir cumhuriyetin tasfiyesi yolunda ‘İkinci Cumhuriyet’ tabiri de dâhil olmak üzere hayli etkin ‘fikrî cehd’ sergilemiş biri, bu kadar kolay kıyıya itilebilir mi?
Muhtemelen Etyen Mahcupyan, Mehmet Altan’ın söz konusu röportajda yaptığından daha itidalli konuşmakta; ama yine ihtimal ki 27 Nisan sonrası gerçekleşen ‘İhtilal’in gidişatını belirleyen siyasî ‘çekirdek’ rotayı beklenildiği şekilde demokratik sulara kırmadığı için o da muzdarip.
Ne Ermeni’ye, ne Kürd’e, ne Alevi’ye, ne de eşcinsele huzur, güven, adalet sunamayan ve giderek hegemonik ve otoriteryan hale gelen bir liberal İslâmcılık, bu bakımlardan ardılı ve muarızı olduğu jakoben Kemalizm’den hiç de farklı bir söylem ve pratik üretmiyor.
Bununla bağlantılı bir acı gerçeği ciddi hayal kırıklığıyla ifade ediyor belli ki Mahcupyan, “İslâmî aydınlar da zayıf” derken… Geniş bir kesimin başını çeken, ama Hrant’a yapılanı insaniyet ve ‘İslâmiyet’ adına lanetleyecek şekilde bu büyük ‘gövde’yi harekete geçiremeyen, kamusal alana çıkaramayan, muhtemel ki aralarında dostları da bulunan bir gruba sitemleniyor belki de...
Gerek o, gerekse Mehmet Altan, ‘askeri vesayet’ rejimine karşı, şimdi büyük ihtimalle hayal kırıklığı yaşadıkları İslâmî aydınlarla ittifakı da süreç içerisinde ister istemez (‘askeri zor’un baskısı ve itkisiyle) beraberinde getiren bir politik-entelektüel oluşumun önde gelen isimleri olarak kaydedilebilirler.
Bir genelleme yapmak gerekirse, sol/sosyalist bir bilinçsel varoluş sürecinden geçmekle birlikte, hâl ve şartların sonucu olarak ‘sivil toplum’ ülküsüne sarılmış, oradan da ‘post-sosyalist’ bir liberalizme açılmış bir ‘kadro’dur bu... Kökleri bir ölçüde 1980 sonrasında Murat Belge öncülüğünde başlatılan ‘sivil toplumcu’ sol mobilizasyona kadar geriye götürülebilir. Ve 1990’lardan başlayarak Türkiye’yi (’28 Şubat Fetreti’nden geçerek) 27 Nisan 2007 sonrasına çıkaran yolda tam mânâsıyla bir ‘sistematizör’ rolü ve işlevi sergilediği söylenebilir.
Belirtilen dönem aralığında bürokratik, elitist ve Kemalist otoriteryanizmin kırılması yolunda kamuoyu gündemine söz ve yazılarıyla etki eden isimleri sıralamaya başlayın, karşınızda bu kadroyu bulacaksınız: Ahmet Altan, Cengiz Çandar, Ali Bayramoğlu, Mehmet Altan, Murat Belge, Etyen Mahcupyan, Oral Çalışlar, Şahin Alpay...
Bunlara eklenebilecek gerek İslâmcı kulvardan gelen, gerekse Türkçü-milliyetçi bir kökten çıkan (belki onlara da ‘post-nasyonalist liberaller’ diyebiliriz) isimler de var tabii. Ama bir düşünün! Gerek retorik gerekse içerik açısından söyledikleri en tesirli ve ‘güçlü’ olanlar onlar mıydı yoksa yukarıda sıralanan isimler mi?..
Peki, Etyen Mahcupyan İslâmî aydın zayıf derken haklı mı?
Evet, çünkü ‘sol-seküler’ köklerden çıkan zihnin yaptığı gibi, gerekirse kitlesini karşısına alma pahasına bir eleştirelliğe işlerlik kazandırmayı, cemaatçi kültürel genetiği kolay kolay el vermiyor.
Çünkü sürekli yeni sorunların kaçınılmazlığını kabul eden ‘dinamik’ bir toplum algısının gerektirdiği sorgulayıcı aydın enerjisi, ‘fitne’, ‘fesat’, ‘nifak’ gibi, ‘Statüko’ya dinsel sigorta oluşturan ‘yaftalama’lardan ürküp açığa çıkamıyor.
Çünkü herkesin kimliğiyle, inancıyla, cinselliğiyle, engellenip baskılanmadan rahatlıkla yaşamasını savunmayı gerektiren özgürlükçü tavır, ‘kafa’sının bağlandığı mutaassıp kitleden bağımsızlaşıp kendisini ortaya koyamıyor.
O yüzden İslâmî aydın, ‘gayrı-Müslim’ Hrant Dink’i katleden canilere tepkisinde tutuk... Aralarında inançlı Müslümanlar’ın da bulunduğu eşcinsel ve ‘transgender’ bireylere yönelik vahşice saldırılara karşı çıkmada isteksiz... Dahası bu insanlara karşı, tam ters istikamette anti-demokratik, gayrı-medenî ve gayrı-insanî çıkışları ‘İslâm’ adına yapanlara da bir tür ‘iç-dayanışma’ mucibince lâl...
Demek ki İslâmî aydından (‘askeri vesayet’e karşı ‘post-sosyalist’ aydının yaptığına benzer şekilde) sivilleşme, demokratikleşme, çoğulculaşma yolunda, özellikle kendi hitap ettiği kamuoyunu harekete geçirmeye yönelik bir çıkış gelmesi zayıf ihtimal... Galiba bunun için, bir ‘post-İslamist’ düşünce çığırına ihtiyaç var!
O zaman da bu işin ‘Üçüncü Cumhuriyet’e kadar yolu var.