Medyanın otopsi raporu: "Damarlar sansürle tıkanmış.. Yolsuzluk beyin ölümüne yol açmış.." Medyanın otopsi raporu: "Damarlar sansürle tıkanmış.. Yolsuzluk beyin ölümüne yol açmış.."07 Haziran 2013, 12:14 Ayşenur Arslan aysenur.arslan@yurtgazetesi.com.tr Gezi direnişi, “uyanma vakti gelen, hatta gelmiş de geçmiş halkı yatağından düşürdü”. Büyük sermayeden medyaya her kesimin aklını başına getirdi. Sokağın sesine kulak vermeyenlerin bir günde tepetaklak olabileceğini gösterdi. O çok öğünülen AVM’ler bomboş. Patronlar, CEO’ları, banka genel müdürleri “çapulculuk” sırasına girdi. Ve asıl.. Asıl, medya bugüne kadarki en büyük uyarısını aldı. Bu, 12 Eylül sonrasındaki kuşatmaya, 28 Şubat dönemindeki andıçlamaya, Erdoğan’ın açık/kapalı/ölçüsüz sansürüne benzemiyor. Sokağın öfkesi, tepkisi saklanacak köşe bucak bırakmıyor. Bu yüzden son on günde medya çok tartışıldı. Aslına bakarsanız daha da tartışılması, bu gerilim unutulmadan/unutturulmadan masaya yatırılması gerekiyor. Yine de, bu kadarı bile umut verici bir başlangıç. Ben de yazıya bu başlangıçtan sonra, sözü bir meslektaşıma bırakacağım. Malum, Başbakan Erdoğan’ın ricası üzerine Çalık grubunun aldığı Sabah Gazetesi, Gezi direnişini neredeyse yok saydı. Görmedi, göstermedi. Köşe yazarları da, yazar gibi yapıp “ama”larla Erdoğan’ı anlamaya ve hep yaptıkları gibi muhalefete (CHP’ye) çatmaya girişti. İşte o gazetenin Okur Temsilcisi Yavuz Baydar, medyaya öyle bir pencereden baktı ki, bu kadar olur. Kendi adıma, imza atarım. Çünkü Yavuz, “herkesin bildiği sırrı” anlattı. Hem de hiç kıvırmadan. Gerçi isim vermemiş. Ama bir bakışta hepsini tanıyorsunuz. Ciner Grubu’nun HaberTürk’te neden “yandaşlık” yarışına girdiğini de anlıyorsunuz. Karşılığında, Show TV’nin nasıl olup da “ihaleye falan gerek duymadan verildiğini” de.. Belirtmeliyim; bu yazı Yavuz Baydar’ın kendi gazetesinde yayınlanmadı. Elbette yayınlanamazdı. İran’ın uluslararası düzeyde bilinen yayın organı Al Monitor’da yayınlandı. Türkiye’de de internet üzerinden paylaşıldı. İşte o yazıdan bir bölüm.. Ya da medyamızın otopsi raporu: GAZETECİLİK: LİYAKAT YERİNE “İTAAT" “‘Gerçek’ gazeteciler mutlu değil. Hepsi kendisini prangaya vurulmuş hissediyor. Kurumsal kültürler öyle baskıcı ki, kimsenin haberciliğin gerekleri konusunda çıtı çıkmıyor. Ehliyet ve liyakat, işverene mutlak itaat ve oto sansüre yatkınlık üzerinden tanımlanıyor. 31 Mayıs gecesi neden grup medyaları sansürleme uyguladı? Bunun sebebi, Gezi Parkı eylemlerinin arka planında yatan asli sebeplerden biriyle örtüşük: Yolsuzluk. Çok uzun bir zamandır, Türkiye medyasının ‘haber kapsama alanı’, medyanın güçlü, hırslı, hızlı para düşkünü patronlarının iktidarlarla ilişki biçimiyle belirleniyor. Enerji, inşaat, turizm, telekomünikasyon, maden vs. gibi işlerde faal olan bu iş adamları, kamu ve belediye ihalelerinde ellerindeki medyayı önemli bir koz olarak kullanıyorlar. 31 Mayıs gecesi haber karartması yapan kanalların pek çoğunun sahiplerinin İstanbul’un devasa projelerinde ihaleleri aldığı veya bekleme sırasında olduğu herkesin bildiği bir gerçek. Erdoğan, para ve nüfuz üzerine kurulu bu siyaset-medya ittifakının her iki taraf (yani iktidar ve patronaj) için de nasıl bir ‘win-win’ (kazan-kazan) olduğunun farkında. Ayrıca bu ittifakta esas karar sahibi, kim olursa olsun, Türkiye’nin başbakanı. Halkın öfkesi, işte demokratikleşmeyi felce uğratan bu ittifak düzenine de karşı. Medyada son zamanlarda iyice hız kazanan mülkiyet paylaşımı furyasının arka planında (Show TV, Star, SkyTürk vs.) bu devasa güç kavgası var. Ülkede kim iktidara gelirse gelsin mutlaka medyayı kamu ihaleleri ‘havucunu’ kullanarak kontrolüne almak istiyor. Medya patronlarının aklı ise son yıllarda çapı iyice büyüyen İstanbul projelerinde. Her biri en az yüz milyonlarca dolar olan bu projeler göz kamaştırıyor. Bu patronların demir yumrukla yönettiği kuruluşların, gerçek gazeteciliğe izin vermesi mümkün değil. Hükümeti kızdırmak büyük bir risk. Büyük medyada, ülkede varlığı bilinen büyük yolsuzluklarla ilişkili hiçbir haber yer almaması bunu açıklıyor. Araştırmacı gazetecilik yok. Birkaç büyük medya patronunun, kazandığı olağanüstü gelire rağmen vergi listelerinde görünmemesi, haklarındaki yolsuzluk davaları şu soruyu sorduruyor: Yolsuzluğa bulaşmış sermayeyle yürüyen ve büyüyen bir medya, yolsuzlukları halk adına nasıl ifşa edebilir? 31 Mayıs günü İstanbul halkının fark ettiği de işte bu gerçek. Bir talan furyasına medyanın yol arkadaşlığı etmesi, ezilmiş bir gazeteci sınıfının da, içi yandığı halde bu haber okyanusuna sadece seyirci kalması.” PROVOKASYON MU DEDİNİZ! Bakanlardan valilere, her düzeyde yöneticiye “büyüklerimiz” sürekli uyarıyor. “Aman provokasyona gelmeyin” diyor. Cümle de genellikle “ne güzel eylem yaptınız, hadi artık evinize gidin” diye bitiyor. İyi de büyüklerimizin ya da onların yakını/yandaşı gazetelerin provokasyonu ne olacak? Gencecik insanları attıkları tweet yüzünden “darbeye teşebbüs” suçundan yargılamaya kalkanlar, ÖTEKİ tweetleri, mesajları, haberleri görmeyecek mi! *AKP İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu (hani kuracağımız Türkiye’yi liberaller bile beğenmeyecek diyen siyasetçi) attığı bir tweet ile eylemlerde ön planda gördüğümüz Mehmet Ali Alabora’yı tehdit etti. "Mehmet Ali ve avenesi "alabora" olacak” ifadesiyle hedef gösterdi. *“Hedef göstermekle” ünlü Yeni Akit Gazetesi, dün kendisini aştı. Taksim Platformu’nun listesinde yer almayan maddeleri varmış gibi gösterdi. “Enerji santrallerinin yapımı durdurulsun” dendiğini öne sürdü. (Sahi, hiç de fena fikir değilmiş.) Asıl ilginç olansa manşet haberiydi. Habere göre, yabancı ajanlar Taksim’de katliam yapacaklardı! Manşetin altında olay şöyle özetlenmişti: “Taksim olaylarında, dış mihrakların parmağı olduğu belgelendi. Emniyet güçleri, 8 adet piknik tüpüyle Taksim’de katliam yapmaya hazırlanan diplomatik pasaport sahibi İngiliz, Fransız, ABD ve Yunan ajanı 4 provokatörü kıskıvrak yakaladı.” Hadi, “bunlar nasıl ajanmış, hem de diplomatik pasaportlarla yakalanmış” sorusunu geçelim. Birilerinin, bu haberden vazife çıkartıp söz edilen ülkelerin konsolosluklarına, bağlantılı kuruluşlarına saldırma ihtimaline büyüklerimiz ne der acaba? Bunun adı provokasyon değilse, nedir? *Yeni Şafak Gazetesi de, “dış mihrak” tespiti yapmıştı. Üstelik net bir adres vererek. Ve kelimesi kelimesine şu cümleyi kurarak: ABD’nin Houston kentindeki bir IP adresinden eylemcilere “Ölseniz de çekilmeyin, bir şey yapamazlar” talimatı verildi. *Nispeten daha “makul” denebilecek bir yerde duran, “merkez medya” mensubu Takvim Gazetesi ise, perde arkasını haber yapmıştı!! Gazete, direnişçilerin, 3. Köprü, 3. Havalimanı, HES’ler, Kanal İstanbul gibi projelere karşı çıktığını öne sürüyor… Ve meseleyi dış mihraklara şöyle bağlıyordu: “Gezi olaylarının altındaki gerçek: YABANCI OYUNU.. Dünyanın en büyük havalimanı olacak 3. Havalimanıyla Türkiye, rekabet edilemez konuma gelecek. Transit uçuşların tek adresi olacak THY, British Airways ve Lufthansa gibi devleri geride bırakacak. Avrupa, Ortadoğu, Türkiye Cumhuriyetler ve Rusya arasında köprü olacak. Yavuz Sultan Selim Köprüsü de taşımacılıkta avantaj sağlayacak.” ZİHİN AÇAN TESPİT AB Bakanı Egemen Bağış: “Türkiye’de adam gibi muhalefet olsa bu gerginlikler yaşanmazdı. Eylemciler parti kursa, demokrasimiz güçlenir, bizi de kamçılar. NOT: Sevgili Ece (Temelkuran) “Egemen Bağış’ı “retweet” etmeyin, orantısız mizaha yol açıyor” demişsin. Kusura bakma, kayıt düşmeden yapamadım. Baksana, nasıl bir yüksek siyaset örneğidir bu! Biber gazı ile zaten parıl parıl parlayan zihinlerimizi nasıl iyice cilalamaktadır! Otoriterliğin nedeni meğerse neymiş!!! Arkadaşlara kamçı lazımmış!! (Hemen darbeci yaftası yapıştırmayın. Ben de Bağış düzeyinde mizah yapmaya çalışıyorum şurada!) |
2081 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |