Son yazımda Türkiye’nin dış finansman ihtiyacını muhafazakȃr olarak hesaplamıştım ('çılgın projelere' para harcanmayacağı, ve 2013 cari açığının orta vadeli programda (OVP) öngörülen miktarda gerçekleşeceği varsayımlarını kullanmıştım). OVP'nin cari açık projeksiyonu olan 60 milyar dolar, vadesi 1 yıldan az olan, dolayısıyla 2013'de ödenmesi gereken 150 milyar dolarlık dış borçlara eklendiğinde 2013'de Türkiye’nin dış finansman ihtiyacının 210 milyar dolar olduğu ortaya çıkmıştı.
Geçen hafta Uludağ zirvesinde Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan, T24 Genel Yayın Yönetmeni Doğan Akın ve T24 yazarı Murat Sabuncu ile bir söyleşi yaptı.
(http://t24.com.tr/haber/babacan-ekonomik-sorunlar-cozulmezse-abde-siyasi-birlik-gevser/226715 ). Sayın Akın bu şöyleşide T24'ün 24 Mart sayısında yayınlanan dış finansman konulu yazımı (http://t24.com.tr/yazi/ekonominin-dis-finansman-problemi/6412 ) şu soruyla gündeme getiriyor:
Doğan Akın: Geçen hafta Prof. Vefa Tarhan ayrıntılı bir analiz yayınladı T24’te bizim internet gazetemizde. Bu senenin finansman ihtiyaçlarına ilişkin olarak. İşte 60 milyar dolar civarında öngörülen cari açık, kısa vadeli iç borç geri dönüşleri yani yaklaşık 200-210 milyar dolar civarında dış finansman ihtiyacından söz etti yazısında. Bir risk yönetimi olarak nasıl öngörüyorsunuz. Çünkü o yazı da iyimser bir yazı değildi.
Sayın Babacan bu soruyu şu şekilde cevapladı:
Şimdi şöyle; Dünyada likidite çok. Merkez bankalarında şimdiye kadar görülmemiş miktarda para bastılar dağıttılar ama güven olmadığından o likidite bir yerlerde park edilmiş duruyor. Hareket ettirmek zor. Cezbetmek zor. Şimdi Türkiye’de güven olduktan sonra ve makul getiriler olduktan sonra Türkiye’ye finansmanla ilgili herhangi bir sıkıntı olmaz. Ama iki unsur var; güven yani doğru politikaları izlemeye devam edeceğiz. Bir de tabi para makul getiri elde edecek. Bu ortamı oluşturduğumuz sürece finansman sorunu olacağını beklemiyorum açıkçası.
Kısa vadeli Türkiye’nin dış borcuna gelecek olursak. Biz ona şöyle bakıyoruz; hem yeni alınan kredilerden bir yıl içerisinde vadesi dolacak olanlar birde eskiden kullanılmış kredilerden yine 1 yıl içerisinde vadesi dolacak olanlar. Yani bunların toplam rakamı bizim bankamızın rezervleri kadar belki biraz daha fazla filan yani. Öyle orada ciddi bir şey. O önemli bir ölçüdür çünkü. Yani bir ülkenin rezevleriyle ithalatının oranı. Ya da rezervlerle bir yıl içerisinde vadesi dolacak ödemelerin oranı. Buralara baktığımızda oranlarımız bizim her sene iyileşerek gidiyor.
Sayın Babacan'ın dış finansman kaynakları cezbetmemiz hakkındaki görüşleri
Bu cevabın 2013 için hesapladığım dış finansman ihtiyaç rakamının gerçekçiliğini sorgulamadığını görüyoruz (yukarda belirttiğim gibi, muhafazakar varsayımlar kullandığım icin, eğer bir hata varsa, bu hata, bulduğum rakamın düşük olduğu yönünde olmalı). Sn. Babacan cevabında şu noktaları vurguluyor:
1. Dünyada çok bol miktarda likidite var. Bu konuda bir görüş ayrılığım yok. Nitekim, söz konusu yazımda verdiğim gelişmiş ülkelerin 10 yıl vadeli hazine bonoları nominal faiz oranlarının yüzde 0.6 ile 1.8 arasında olması (yüzde 2 gibi bir enflasyon beklentisi kullanılırsa), yatırımcıların söz konusu tahvillerden eksi reel getiri beklentileri olduğunu ima ediyor. Bence, bunun nedeni yatırımcılar - küresel belirsizliklerin tetiklediği – bir 'emin liman' arayışında oldukları için, büyük boyutlu bir zarar yaşamayı önleme gayesiyle reel olarak ufak bir zarara razı olup paralarını söz konusu çok düşük riskli yatırımlara park etmeyi tercih etmeleri. Sn. Bakan ile paylaştığım dünyada çok bol likidite olduğu hakkındaki bu görüşü uzun zamandır yazılarımda ifade etmekteyim. Tabii, bu aynı zamanda, Türkiye gibi ülkelerin yatırımcıları nasıl kendi ülkelerinde (riskli) yatırım yapmaya ikna edebilecekleri sorusunu tetikliyor.
2. Sayın Devlet Bakanı’nın vurguladığı ikinci nokta ise finasman cezbetme konusunun Türkiye için bir problem olmayacağı hakkında. Problemin yeterli miktarda likidite olmaması değil de, bu parayı çekebilmek olduğu görüşüne de katılıyorum. Ancak, Türkiye’nin geçmişte yatırımcılara güven veren sağlıklı ekonomik politikalar uygulamış olduğunu, ve bu uygulamalarını devam ettirmek niyetinde olduğu için gereken finansmanı cezbetmekte bir problem yaşamayacağı görüşünü paylaşmam mümkün değil.
3. Vurgulanan üçüncü nokta ise şu: ekonomide olasalı kötü bir senaryonun oluşması durumunda, bu şartlar altında bile, TCMB'nin yüksek miktarda olan ve gittikçe artan rezervlerinin bir güven ağını temsil ettiği. Ayrıca, bu rezervlerin vadesi dolacak borçların çok yüksek bir oranını karşılayacağı, dolayısıyla olumsuz bir senaryonun ülkede dış finansman boyutlu güçlükler yaratmayacağı.
TÜRKİYENİN DIŞ FİNANSMAN KAYNAKLARI ÇEKEBİLMESİ
Dış fınansman kaynakları: Geçmişte yaşanan ve gelecek yönlü güçlükler
Bu son 2 noktada Sayın Devlet Bakanı ile önemli dereceli görüş ayrılıklarım var. Önce Türkiye’nin yabancı yatırımcıları cezbedebilme yeteneğini değerlendireceğim. Sağlıklı olduğu konusunda ekonomistlerin fikir birliğinde oldukları 2 finansman kaynağından birisini temsil eden doğrudan yatırımlardan (diğeri ise tasarruflar) Türkiye, geçmişte payını alamamıştır. 2003-2012 döneminde ülke dünyada hiç de küçük olmayan toplam doğrudan yatırımların (2007'de 2 trilyon dolar, 2012'de 1.4 triyon dolar), yüzde 1 kadarını ancak 2 yıl çekebilmiştir (2005 ve 2006). Söz konusu 10 yıllık dönemde Türkiye’nin dünya doğrudan yatırım pastasındaki payı binde 7.5 civarında idi. Bu veriler Türkiye’nin, en azından yabancı şirketler tarafından, 'güven veren bir ülke' olarak görülmediğini açıkça ortaya koyuyor.
2011'de doğrudan yatırımlar 13.7 milyar dolar olarak gerçekleşti, yani aynı senenin cari açığının sadece yüzde 18'sini, dış finansman ihtiyacının ise sadece yüzde 6.5'lik kesimini finanse edebildi. 2012'nin net doğrudan yatırımları ise (Sayın Çağlayan'ın "Türkiye’nin doğrudan yatırım çekmede adeta bir 'çiçek bahçesi' olduğu" beyanatına rağmen (Dünya, 14 Ağustos), yüzde 39'luk bir düşüşle 8.3 milyar dolar olarak gerçekleşti. Bu rakam 2012 dış finansman ihtiyacının yüzde 4.5'ini temsil ediyor. Aynı zamanda, 8.3 milyar dolar, 2012 dünya toplam net doğrudan yatırımlarının binde 6'sına tekabül etmekte. Dünya şirketlerine ek olarak, Türkiye, sermaye piyasalarından da uzun vadeli finansman kaynağı bulmakta kronik zorluklar yaşamaya devam ediyor. Tabii bu demek oluyor ki ülke ekonomisi yabancı şirketlere (doğrudan yatırımcılar) ek olarak, uzun vadeli finansman sağlayan yatırımcılara da güven vermemekte. Güven verme konusunda ülkenin uygulayabileceği bazı değişiklikler var. Ancak, konuyu dağıtmamak için bu yazimda bunları incelemeyeceğim.
Sonuç olarak, geçmişte Türkiye, cari açık ve dış finansman ihtiyacını genellikle başta DNA'sı çok ürkek olan portföy yatırımları ('sıcak para') olmak üzere, kısa vadeli kaynaklarla finanse etme zorunda kalmıştır. Hatta, geçmişte yeteri kadar 'sıcak para' ve diğer kısa vadeli kaynakları dahi bulamadığı için ülkemizin TCMB'nin reservlerini eritmek zorunda kaldığı zamanlar da olmuştur. Örnek olarak, 7 ayı kapsayan Temmuz 2011 - Ocak 2012 dönemini gösterebiliriz. Bu dönemde 14.3 milyar dolarlık rezerv eritme durumunda kaldık (aynı dönem cari açığının yüzde 40'ı). Net sıcak para girişi ise bu dönemde sadece 6.2 milyar dolar olarak gerçekleşti (cari açığın yüzde 17'sini finanse etti).
2012 yılının dış finansman tecrübesi
2012 cari açık finansmanının yüzde 87'si için sıcak para kaynağını kullanmak zorunda kaldık. Tabii, bu finansman kaynağını kullanmak zorunda kalmak, uzun vadeli olmadığı, 'bu gün burada, yarın yok' nitelikli bir kaynak olduğu için başlı başına tehlikeli bir durumu temsil ediyor. Ancak, 2012'nin ilk ve ikinci yarısına ayrı olarak baktığımızda durumun daha da ürkütücü olduğu ortaya çıkıyor.
Avrupa Merkez Bankası başkanı Draghi'nin Temmuz 2012'de "Avro'yu ne pahasına olursa olsun koruyacağız" beyanatını hatırlarsınız. Bu beyanat uzun vadeli finansal yatırımcılarının çok düşük seviyede olan riske olan iştahını etkilemedi: faizler beyanat öncesi ve sonrası dönemlerde farklı değildi. Aynı şekilde, beyanat, gelişmiş ülke şirketlerinin reel sektör yatırımlarını da artırmadı. Beyanatın tek etkisi 'sıcak para' yatırımcılarında hissedildi. Bence, hedge fonları, Avro problemlerinin Draghi'nin beyanatı sonrası bir müddet kış uykusuna yatacağını tahmin edip, beyanatın yüksek getiri elde etmek için onlara bir zaman penceresi açmış olduğu sonucuna vardılar. Bu süreçten Türkiye gibi oldukça yüksek riskli ülkelere olan yatırımlarını artırarak faydalanmaya karar verdiler: Bu konuda bir delil var mı? 2012'nin ilk yarısında Türkiye 10.36 milyar dolarlık net portföy yatırımı çekip, bu dönem cari açığının yüzde 34'ünü bu kaynakla finanse ederken, beyanat sonrası Temmuz-Aralık döneminde bu yatırımlar 30.4 milyar dolara ulaşarak 3 kat'a yakın bir artış gosterdi ve cari açığın yüzde 181'ini finanse etti.
Bence, Güney Kıbrıs problemi yaşanmamış bile olsa, sıcak para'nın Türkiye için istikrarlı ve önemli bir finansman kaynağı olmaya devam edeceği şüpheli. Tabii, bu finansman kaynağı önemini korusa bile, bu yatırımlar ülke ekonomisine verilen bir güven oyunu temsil edemez. Tam tersine, tehlikesine rağmen bu kaynağın yoğun bir şekilde kullanılması, ekonomimizi geleneksel yabancı yatırımcıların güvensiz olarak gördüklerinin bir başka göstergesi oluyor. Ayrıca, Avro problemlerinin kış uykusundan uyanacağından şüphem yok. Bu durumda, benim görüşümce, sıcak para bile saha kenarına çekilecek. Avro sistemi problemlerinin çözümünün olmadığını, bunun nedenlerini, sistemin dağılmasının kaçınılmaz olduğunu açıklayan yazılarımı okumuş olabilirsiniz ( http://t24.com.tr/yazi/avro-problemleri-nedenler-maliyet-kriz-potansiyeli-1/6138 ve http://t24.com.tr/yazi/avro-problemleri-kuresel-belirsizlikler-ve-olasi-bir-krizin-turkiyeye-etkileri-2/6160 ). İlerdeki aylarda yayınlanacak TCMB'nin ödemeler dengesi raporları, Güney Kıbrıs olayının portföy yatırımlarını ne derecede etkilemiş olduğunu gösterecek. Yukardaki 2 yazımda ifade ettiğim görüşlerimde bir değişiklik olmadığı için, Güney Kıbrıs'ın sıcak parayı etkilememiş olduğu ortaya çıksa bile, Avro problemleri tekrar gündem konusu olduğunda, bu portföy yatırımlarının dahi kuruma derecesine yaklaşacağından şüphem yok.
Sonuç: Türkiye dış finansman cezbetmekte güçlükler yaşamaya devam edecek
Ayrıca, dış finansman kaynaklarını cezbetmekte önemli bir rol oynayacağı varsayılan ve övünç kaynağı olarak gösterilen ekonominin bazı konuları sanıldığı kadar olumlu nitelikli değil. Ancak, belki de çok sık olarak duymakta olduğumuz için bazı konuların ne derecede gerçekleri yansıttığı, ne ölçüde bir 'istatiki şehir efsanesi' egsersizini temsil ettiği sorgulanmamakta.
Okuyucular, icat ettiğim, ve kırık plak gibi tekrarladığım, 'istatiki şehir efsanesi" terimini nasıl tanımladığımı bilir: Yine de (umarın son defa) tekrarlamakta fayda olabilir. Bu terimi "Doğru verileri kullanarak yanıltıcı bir izlenim bırakma sanatı” olarak tanımlıyorum. Yani, verilen rakamlar doğru, ancak o rakamların altındaki gerçeği anlatmamakla ya da verilen rakamlarla birlikte okunması gereken başka rakamları vermemekle, yanlış bir izlenim yaratılmış oluyor. Bu terimi sanırım ilk defa kişi başına milli gelirin (KBMG) 2002-2010 döneminde 3 kat (aslında 2.86 kat) artmış olduğu iddiasının doğru olmadığını göstermek için kullanmıştım. Rakam dolar olarak doğru olmaya yakın 2.86 kat'ın 3 kat'tan çok farklı olmadıği söylenebilir). Ancak, bu illuzyon Bu dönemde TL'nin önemli derecede aşırı değerli olmasından kaynaklanıyor. Vatandaşın kazanç ve harcamaları TL olduğu için satın alma gücü açısından söz konusu 8 yılda artışın 2.86 kat değil de sadece yüzde 32 olduğunu göstermiştim. Okuyucuların bu terimi duymaktan artık bıkmış olmalarını bari bu konuyla ilgili rakamları güncelleyerek nötralize etmeye çalışıyım: 2002-2012 arası 10 yıllık dönemde dolar olarak KMBG 2.99 kat arttı (3,516 dolardan, 10,504 dolara). Yani, '3 kat artış' nihayet gerçekleşti, ama 8 yerine 10 yılda. Sabit TL olarak ise KBMG söz konusu dönemde sadece yüzde 43 arttı.
Ekonominin ovünç kaynağı olarak gosterilen boyutlarına dönersek, şuphesiz bunlardan çok önemli olan birisi mali disiplinimizin sağlam olduğu hakkında. Mali disiplinin sağlık derecesini inceleyen bir yazım için yaptığım analizin ortaya çıkardığı bazı kanıtları paylaşmak istiyorum. (http://gundem.milliyet.com.tr/turkiye-nin-dunyadaki-yeri-nasil-belirlenmeli-/gundem/gundemyazardetay/07.03.2013/1677238/default.htm ). Bildiğiniz gibi mali disiplin için yaygın olarak kullanılan 2 ölçek, kamu borç oranı (KBO = Kamu Borcu/GSYH), ve bütçe açık oranıdır (BAO = Butçe Açığı / GSYH). Bu oranları gelişmiş ve gelişen ülkeler için hesaplarken IMF'nin Fiscal Monitor yayınını kaynak olarak kullandım.
Türkiye’nin BAO'sı yüzde 2 iken, gelişmiş ülkelerde bu oran çok daha yüksek. Örneğin Japonya'nın bütçe açık oranı yüzde 9.8. Türkiye’nin KBO'sı yüzde 39 gibi iken, yine Japonya'da borç oranı inanılmayacak bir rakamı temsil eden yüzde 230. Bu oranların diğer gelişmiş ülkelerde de çok yüksek olduğunu yukardaki yazımda görebilirsiniz. Mali displinimizin sağlıklı olduğu iddiasını bir başka 'istatiki şehir efsanesi' örneği haline getiren şu gerçek: söz konusu 2 oranın düsüklüğü Türkiye'ye öz bir durum değil. Söz konusu oranlar sadece Türkiye'de değil, diğer gelişen ülkelerde de, gelismiş ülkelere kıyasla epeyce düşük. Bu gerçeği açıklamadan, Türkiye’nin kendisini gelişmiş ukelerle karşılaştırması ve bu karşılaştırma sonucu olarak 'Türkiye’nin sağlam bir mali disiplininin olduğu' sonucuna varılması benim sözlüğümde bir istatistiki şehir efsanesi örneği olarak yer alıyor.
Fiscal Monitor 30 ülkeden oluşan bir gelişmiş ülke örneklemi, ve yine 30 ülkeyi içeren birgelişen ülke örneklemi oluşturuyor (ben bezeri başka örneklemler de oluşturdum). Bu yazı, mali disiplin konusunda olmadığı için yaptığım analizlerin daha derin detaylarına girmeyeceğim. Şu sonucu vurgulayarak konuyu kapatacağım: Türkiye'nin söz konusu oranları gelişen ülkeler örnekleminin ortalama oranları civarında (hatta az bir miktar yüksek). İlerdeki bir yazımda, bu iki oran yerine, kurumsal finansman dalında şirketler için kullanılan bir başka oranı ülkelere adapte ettiğimde çok daha anlamlı olan bir mali sağlık ölçeği bulduğumu açıklayacağım. Zaten, Türkiye ve ortalama bir gelişen ülke ekonomisi gerçekten sağlıklı olan bir mali yapıya sahip olsa, tahvil yatırımcılarının gelişen ülke 10 yıl vadeli hazine bonolarından, aynı vadeli gelişmiş ülke hazine tahvillerine kıyasla çok daha yüksek faiz talep etmeleri nasıl açıklanabilir?
Yukarda konuyu kapattıgımı belirttim. Ama, yine de konuyla aynı paralelde olduğu için son günlerde açıklanan bir veri açıklandığında yapılan genel yoruma dikkatinizi çekmek istiyorum: 2012 büyüme rakamının hayal kırıcı olduğu (yüzde 2.2) açıklandığında çok sık duyduğumuz bir yorum şuydu: "Evet, büyüme rakamımız düşük çıktı, ama AB ve ABD'ye bakarsanız, yine de büyük bir başarı". Benim bu yoruma tepkim şu: Peki, Çin? Rusya? Hindistan? Endonezya? vs. Bir gelişen ülkenin sonuçlar lehine olacağı zaman gelişen ülkeleri (örneğin kisi başına milli gelir konusunda), ama başka konularda (mali disiplin), yine sonuçlar lehine olacağı için, gelişmiş ülkeleri kıstas olarak kullanması bilimsel olamaz. Bence, kıstas örneklem Türkiye'ye benzeyen ülkeleri içermeli, yani karşılaştırma konusu ne olursa olsun, gelişen ülkeler örneklemi kullanılmalı.
Umarım, yukardaki analiz ve verilerin ışığında niçin Sayın Babacan'ın 'Türkiye'nin sağlıklı ekonomik politikalar uygulamış olması, ve uygulamaya devam edeceği nedeniyle 'güven verici' bir ekonomisi olduğu, ve gereken finansmanı cezbetmekte güçlük çekmeyeceği' görüşüne katılmadığımı açıklayabilmişimdir. Geçmişde kullanılan finansman kaynakları, yabancı yatırımcıların ekonomimize yüksek dereceli bir güvenle bakmamış olduklarını bir gerçek olarak ortaya koyuyor. Epeydir devam eden küresel belirsizlikler tünelinin sonunda bir ışık görünmediğine göre, yakın gelecek için, dış finansman konusunu ülkemizin en hassas kırılganlık noktası olarak görüyorum.
TCMB'nin rezervleri gerçekte ne kadar?
Sayın Babacan ile görüş ayrılığım olan ikinci nokta "TCMB'nin yüksek miktarda olan ve gittikçe artan reservlerinin, vadesi dolacak borçların çok yüksek bir oranını karşılayabileceği" düşüncesi hakkında. "TCMB reservlerinin yeni bir rekora imza attığı" haberlerini medyada sık sık okumamıza rağmen, ben Türkiye’nin rezervlerinin hiç de yeterli olmadığı görüşündeyim. Bunun nedeni rekordan rekora koşan rezerv rakamlarının net yerine brüt rezervleri temsil etmesi.
TCMB'nin rezerv varlıkları
Öneğin, 29 Mart itibariyle, TCMB'nin rezervleri tablosu, toplam rezervlerin 105.65 milyar doları döviz, 21.037 milyar doları altın olmak üzere 126.7 milyar dolar olduğunu gösteriyor. 2009 Mart sonunda toplam rezervler 69.8 milyar olduğuna göre 3 yılda rezervlerin yüzde 100'e yakın bir artış göstermiş olması şüphesiz etkileyici bir başarı örneği olarak görünüyor. 2013'de vadesi dolacağı için ödenmesi gereken borçların $150 milyar dolar civarında olduğundan bahsetmiştim. Cevabının bir parçası olan aşağıdaki pasajda Sayın Babacan sanırım yukarıdaki 126.7 milyar dolarlık rezerv verilerine atıf yapıyor:
"Kısa vadeli Türkiye’nin dış borcuna gelecek olursak. Biz ona şöyle bakıyoruz; hem yeni alınan kredilerden bir yıl içerisinde vadesi dolacak olanlar birde eskiden kullanılmış kredilerden yine 1 yıl içerisinde vadesi dolacak olanlar. Yani bunların toplam rakamı bizim bankamızın rezervleri kadar belki biraz daha fazla filan yani."
TCMB'nin Rezerv yükümlülükleri
Ancak, açıklanması 'unutulan' konu, TCMB'nin bu miktarda döviz ve altını olmasına rağmen, bankanın aynı zamanda döviz (ve altın) yükümlüklerinin de olduğu. Örneğin bankaların TCMB'de tutmaları gereken döviz cinsli zorunlu karşılıkları da bu 126.7 milyar doların içinde. Tabii, bu paranın borç ödemek ya da başka bir ödeme yapmak için kullanılabileceğini düşünmek doğru olmaz. Yani, sizin bankada 100 bin TL'lik hesabınız varsa, ama aynı zamanda bana 80 bin borcunuz varsa, servetinizin, yani gerekirse harcayabileceğiniz paranın 100 bin olduğunu iddia edemezsiniz. Önemli olan TCMB'nin ne kadar brüt rezervleri olduğu değil de, ne miktarda net rezervleri olduğudur. Ancak medyada devamlı olarak 'rekor kırdığı' ifade edilen, net değil de brüt rezerv rakamları.
TCMB net rezervlerinin hesaplanması
İsterdim ki şeffaflık açısından, TCMB net rezervlerini de yayınlasın ve benim bu hesapları yapmak için zaman harcamam gerekmesin. Şuna inanın, net rezervlerin hesaplanması finansal sektörde bu işlerle uğraşanlarda bile güçlükler yaratıyor. Net rezerv hesaplarımın doğru olup/olmadığını banka ve yatırım bankalarında çalışan dostlarıma sorduğumda, bazı kalemler konusunda hata yaptıklarını keşfettim, ve benim hesaplarımın doğruluğu hakkında ikna olmaları gerekti (üstelik, TCMB'yi arayıp bazı rakamlara açıklık getirme çabaları da her zaman başarılı olmadı). Bu karışıklığın ana nedeni TCMB'nin bilanço ve haftalık vaziyet raporlarını 2013'den sonra değiştirmiş olması. 'Merkez Bankası reservleri' tablosunda, MB, yayınladığı döviz rezervlerinin brüt olduğunu belirtiyor. Ama nedense net döviz reservleri hesaplaması banka için çok kolay olmasına rağmen bunu yapmıyor. Ancak, bu hesabın nasıl yapılacağı yaygın olarak biliniyor. Brüt döviz rezervleri rakamından (29 Mart itibariyle 105.65 milyar dolar) toplam döviz yükümlülüklerini (TL olarak veriliyor) dolara çevirip çıkarttığımda, bu tarihte net döviz rezervlerini 22.4 milyar dolar olduğunu buluyorum. 105 küsür milyar dolar olan brüt döviz reservleri ile 22.4 milyar'lık net reservler arasında çok büyük bir fark olduğu şüphe götürmüyor.
Bazı bankacılar, toplam net rezervleri, TCMB rezervler tablosundaki altın rakamını (29 Mart'ta 21.04 milyar dolar) yukarda hesaplanan net döviz rezervlerine ekleyerek hesaplıyorlar. Ancak, ben bu görüşte değilim. TCMB, rezerv tablosunda gösterdiği altın rezervlerinin döviz rakamı gibi brüt olduğunu nedense belirtmiyor. Bankalar, hem TL hem döviz cinsli yükümlülüklerinin bir kısmını altın olarak TCMB'de bloke hesaplarda tutabiliyor. Yani Merkaz Bankasının altın konusunda da bazı yükümlülükleri var. TCMB'nin bu altın yükümlülüklerine ek olarak bir de, ufak bir rakam olmasına rağmen hazineye ait olan altını da eklemek gerekiyor. Sonuç olarak, brütü 21.04 milyar dolar olan altın resevlerinin net karşılığının sadece 5.96 milyar dolar olduğunu buluyorum. Dolayısıyla, TCMB'nin toplam ('rekor') rezervleri 29 Mart, 2013 itibariyle 126.7 milyar dolar olmak yerine sadece 28.4 milyar dolar. TCMB'nin yayınladığı çok zengin bir veri listesi var. Hem şeffaflık açısından, hem de finansman ve para politikaları araştırmaları için çok önemli bir değişken olduğu gerekçesiyle, net rezervler verisinin bu listede yer almaması için bir neden göremiyorum.
Net rezervlerin yetersizliği
2012'de ekonominin düşük bir büyüme hızı sergilemesi (yüzde 2.2) mutlaka ithalat rakamını aşağı yönlü olarak etkiledi. Buna rağmen, 2012 ortalama aylık ithalat 19 milyar dolar olarak gerçekleşti. Bu demek oluyor ki, TCMB'nin net rezervleri sadece 1.5 aylık ithalatı karşılayabilecek seviyede. Tabii, hic bir MB rezervlerini sıfırlamak istemez. Bu gerçeği hesaba katarsak, MB'nin net rezervlerinin belki de en fazla 1 aylık ithalatı karşılayabilecek seviyede olduğu ortaya çıkıyor. Ayrıca, bu rakam 2013'de ödenmesi gereken borçların sadece yüzde 19'unu, 2013 dış finansman ihtiyacının ise sadece yüzde 13'ünü karşılayabiliyor. Bu noktada Sayın Devlet Bakanı’nın cevabındaki şu pasajı hatırlatmakta fayda var: ”Yani bunların toplam rakamı bizim bankamızın rezervleri kadar belki biraz daha fazla filan yani. Öyle orada ciddi bir şey. O önemli bir ölçüdür çünkü. Yani bir ülkenin rezevleriyle ithalatının oranı. Ya da rezervlerle bir yıl içerisinde vadesi dolacak ödemelerin oranı. Buralara baktığımızda oranlarımız bizim her sene iyileşerek gidiyor."
Yukarıdaki hesapların ışığında, Sayın Babacan'ın rezervlerin ithalatı ve 1 yıl ıçinde ödenmesi gereken borçları karşılayabilme oranlarının sağlıklı olduğu görüşüne katılmayı mümkün görmüyorum.
Vardığım Sonuç: Sayın Devlet Bakanı ile bilimsel bir görüş ayrılığım var
Sonuç olarak, son yazımda dikkatinizi çektiğim ülkemizin dış finansman probleminin boyutu ile ilgili kaygılarımın, ekonomiden sorumlu Sayın Devlet Bakanı'nın verdiği cevap sonucu olarak azalmamış olduğunu ifade etmek zorundayım. Umarım, Sayın Bakan ile çok önemli olan iki konuda (Türkiye’nin finansman kaynağı bulma konusunda sorun yaşamayacağı, ve TCMB'nin yeterli miktarda rezervleri olduğu) tamamen bir görüş ayrılığı içinde olmamın nedenlerini yaptığım analiz ve kullandığım / hesapladığım verilerle şüphe bırakmayacak bir şekilde açıklayabildim.