'Aydın muhalif olmalı' 'Aydın muhalif olmalı'Zeynep Altıok Akatlı, Sivas'ta öldürülen babası Metin Altıok'un kendisine yazdığı mektupları yayımladı.
Cumhuriyet- Şair Metin Altıok, bundan 20 yıl önce Sivas’ta katledilen aydınlardan biriydi. Başbakan Erdoğan, 35 kişinin yakıldığı bu“örgütlü kalkışma”nın davasının zamanaşımına uğramasının ardından“Hayırlı olsun!”diyedursun, Metin Altıok’un kızı Zeynep Altıok Akatlı babasının yıllar önce kendisine yazmış olduğu mektupları yayımladı: “Metin Altıok’tan Zeynep’e Mektuplar” (Kırmızı Kedi Yayınevi). Zeynep’le bu mektuplar üstüne konuşurken ister istemez, ülkemizde yaşanan tekmil siyasi cinayetler ve bu cinayetlerin gerçek sorumlularından hesap sorulmaması da geldi gündeme... - Babanın 1979-86 yıllarında İzmir ve Bingöl’den sana yazdığı mektupları yayımlamaya karar vermen kolay olmadı herhalde. “Babacığının bir ortaçağ karanlığında yitip gitmesinin yüreğinde başlattığı yangın daha harlıyken”, mektupları bir dergiye vermeye elin gitmemiş. Ama bir kitap neden olmuş kararını değiştirmene. Hangi kitaptı o kitap? Biraz anlatsana. - Kitaplarla büyütüldüm ben. Babam evden ayrılmadan önce kitapta da yer verdiğimiz, babamın her birini özenle desenlediği Pertev Naili Boratav derlemesi masallarla, Memet Fuat derlemesi “İlk- okul Çocuklarına Şiirler”le başlayan okuma serüvenim ortaokul yıllarımda annemin (Füsun Akatlı) seçtiği çocuk klasiklerinin yanı sıra büyükler için yazılmış uygun düşecek kitaplarla devam etti. “Şeker Portakalı” annemin en sevdiklerinden biriydi; geçenlerde başına gelenler canımı yaktı gerçekten. Biri de İtalyan sosyalist düşünür Antonio Gramsci’nin “Çocuklarıma Mektuplar” adlı kitabıydı. Kitap, İtalyan Komünist Partisi kurucularından Gramsci’nin Mussolini döneminde hapsedilişinin ardından çocuklarına yazdığı mektupların yer aldığı bir kitap. Büyükler de okuyabilir, çocuklar da. Uzaktaki, evlat hasreti çeken mahpus bir babanın çocuklarına sanki yanlarındaymışçasına öğütleri, şefkati, onları eğitmek için çabası, gönderdiği masallar çok etkileyiciydi. - Gramsci’nin çocuklarına yazdıkları, babana duyduğun özlemle bütünleşti herhalde… - Evet, babamı özlüyordum. Daha da etkilenerek okudum sanırım. Yıllar sonra mesafeler, olanaksızlıklar içinde bizim iletişimimizden elimde kalan az sayıda mektubu değerlendirmek istememde, bu kitap, bu kitabın bana açtığı ufuk çok etkili oldu. Öldürmeler ve susturmalar - Çocukluk işte, 11-12 yaşlarında düzenli yazışma koşulu sağlayamamışım. Mektuplarda da var karşılıklı sitem. Ben ihmalden, uçarılıktan geç yanıtlar verirken o da zaman zaman kendi iç dünyasının yolculuklarında uzaklaşmış, seyreltmiş. O zamanlar geleceği de göremiyor insan. Ben o yıllarda babamı uzun süre göremeyeceğimi hiç düşünmüyordum ki. Hep bir “bu yaz birlikteyiz” hali. Her yıl Bingöl’den bizim yanımıza, hiç değilse yakınımıza tayin hayali. Buna “Neden yazmamış ki çocuk?” gibi derin bir anlam yüklemek yersiz. Ama kendim geri dönüp baktığımda keşke diyorum daha çok yazışabilseymişiz ya da daha çok mektup saklayabilseymişiz. O gün ve bugün babamla ayrı olduğumuz onca yılın bende bir sevgisizlik, bir yalnızlık duygusu oluşturmamasının en sağlam sebeplerinden biridir bu mektuplar. Babamın sevgisinden o hiç yokken bile endişem olmadı benim ve yanımdaymışçasına besledi beni babam. - Kitabı, Tuncay Özkan’ın kızı Nazlıcan Özkan’a ithaf etmişsin… - Bu düşmanlık ortamında, bunca adaletsizlik arasında bir baba-kız hasretine tanıklık ettim. Bu kitabı 5 yıldır suçunu sorarak tutuklu olan gazeteci Tuncay Özkan’ın yaşadığı adaletsizliğe isyanla Nazlıcan’a ithaf ettim. Babasına kavuşması en büyük dileğim. Ancak isyanım sadece Özkan’ın tutukluluğuna değil. Yaşadığımız karanlık günlerde, ülkemiz tutuklu gazeteciler, öğrenciler, düşünce suçluları açısından baktığımızda dünya birincisi. Şimdi buna tutuklu avukatlar birinciliği de ekleniyor! Öldürmeler yerini susturmalara bıraktı. 'Tütengil'i kim vurdu?' - 1980’de sana Bingöl’den yazdığı bir mektupta müthiş bir ironi var. “Burada hiçbir şeyin önemi yok. J.R’dan başka” diyor. Sonra da, “Sahi, J.R’ı kim vurdu yahu!” diye soruyor ve ekliyor: “Ama şunu unutma, J.R’lar ölmez ve de kanı yerde kalmayacak!” Hemen ardından konuyu Tütengil’e bağlayıveriyor: “Sahi, Cavit Orhan Tütengil’i kim vurdu? İşte bunu kimse bilmiyor ve merak da etmiyor. Bak, Tütengil gibilerinin kanı yerde kalmaya mahkûmdur.” Bu mektuptan 13 yıl sonra Altıok, Sivas’ta yobazların saldırısına kurban gidecek, üstünden 20 yıl geçmesine karşın, dava hâlâ sürüncemede kalacak. Metin Altıok’un mektuptaki ironisi, Türkiye’nin “ironi”si olarak sürüyor. Ne dersin? - Çok haklısın... Üstelik daha yeni, geçenlerde ‘J.R. öldü’ haberleri medyayı sarmaladı J.R’ı canlandıran oyuncunun ölümüyle. 11 yaşındaki kızına Cavit Orhan Tütengil’i öğreten bir baba olduğu için, böyle bir donanım ve aydınlık özlemiyle topluma bir şeyler sunduğu için hedef alınmadı mı babam/lar! Sivas katliamı davası zamanaşımına uğruyor. Uğur Mumcu cinayeti zamanaşımına uğruyor. Kemal Türkler, Abdi İpekçi cinayetleri zamanaşımına uğradı. Yusuf Ekinci cinayeti zamanaşımı tehlikesinde. Yakalananlar sadece tetikçiler ve onlar bile serbest kalıyor. Toplumsal Bellek Platformu - Cavit Orhan Tütengil cinayetinin soruşturma dosyası önce başka dosyalar ile karıştı, sonra esrarengiz bir şekilde kayboldu. Cinayete adı karışan ülkücüler milletvekili mevkisine gelebildiler. Yargıya taşınan tek şüpheli serbest bırakıldı ve yurtdışına kaçtı. - Metin Altıok’un “Tütengil’i kim vurdu” sorusu, yıllar önce sözlerini Norman Rosten’ın yazdığı, müziğini Pete Seeger’ın yaptığı “Norma Jean’i kim öldürdü?” şarkısını düşürdü aklıma. Marilyn Monroe’nun intiharı üstüne yazılan o şarkıda, medyadan “sessiz kalanlar”a kadar tüm bir toplumsal ortam suçlanıyordu. Türkiye’deki cinayetlere de böyle bir yaklaşım getirilebilir mi? - Bizler öldürülmüş aydınların aileleri bir araya geldik. Toplumsal Bellek Platformu’nu kurduk. Yıllar sonra Deniz Tütengil ile ben kardeş olduk. Bu cinayetleri aydınlatmak bizlerin sorumluluğu değil devletin görevi! Bizler tek tek kendi cinayetlerimizi aydınlatmak için bir araya gelmedik. Toplumsal bir vicdana ulaşabilmeyi önemsedik. Ve en çok da unutturmamayı, gelecek kuşaklara “Ne oldu” sorusuyla birlikte bu insanların eserlerini aktarabilmeyi önemsiyoruz. - Sabahattin Ali’den alıp Hrant Dink’e kadar getirebiliriz sanırım… - Kuşkusuz. Sabahattin Ali’den Hrant Dink’e kadar tüm siyasi faili meçhul aydınlarımızın dava dosyaları aynı vahim ve kabul edilemez durumlarla karşı karşıya. Aradan geçen yılları düşün. Onca farklı iktidar, onca zaman biri bile aydınlatılmamış! Çok korkunç bir utanç tablosudur. Bizler, Cavit Orhan Tütengil’lerimizi unutturmayacağız. Çabamız budur. Çünkü öldürdükleri bu değerleri sistematik olarak unutturmaya da çalışıyorlar; daha da sığlık, daha da yozluk ve umarsızlık için. ‘Onca kayıp nerede?’ - Babam “Aydın muhalif olmalı” diyordu. Bu ülkede iktidarlar aydınını sevmiyor, muhalifine ise tahammülü yok. Bir düzen ve siyasi ideoloji yerleştirilmeye çalışılıyor: Karşı çıkan susturulur. Övünüyor bugünün iktidarı benim dönemimde siyasi cinayet olmadı diye. Ee, Necip Hablemitoğlu ve Hrant Dink’e ne oldu? Onca kayıp nerede? Uludere’de kim katliam yaptı? Az önce değindiğin gibi, kimse sormuyor. Aydınlar ikiye ayrıldı. Yandaş söylemle konuşan ve erk sahibi olanlar ile öldürülmemeleriyle övünülen susturulmuşlar. - Demek, hesap sormayanlardan da hesap sorulmalı… - Bize randevu vermeyi reddeden MHP bile CHP ve BDP tarafından taşınan önergelere evet derken neden sadece iktidar partisi defalarca “Hayır” diyor? 18 önerge oylandı. 35 kişinin yakıldığı örgütlü İslami bir kalkışmanın ardından çıkan zamanaşımı kararına “Hayırlı olsun!” dendi! Aydın düşman, öğrenci düşman, hukuka sadık hak arayan avukatlar düşman, mağdur olan, hak arayan düşman, muhalif olan kitap yazan, gazetecilik yapan, müzik yapan düşman. Cinayetleri işleyenler ile sonraki süreçleri yürütenler aynı kafada olursa elbette bir yere varmak da mümkün olmaz. Kindar ve dindar bir nesil yetiştiriliyor. Cavit Orhan Tütengil’leri bilmeden, öğrenmeden! 28 Ocak 2013 |
2306 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |