50 Yıllık ‘Durgunluk’ 50 Yıllık ‘Durgunluk’http://cumhuriyet.com.tr/?hn=379464 “Uzun durgunluk” sanılandan daha da uzun süreceğe, giderek tehlikeli siyasi sonuçlar üreteceğe benziyor. Bu yazıyı yazmaya hazırlanırken, İngiltere’ye odaklanmış olmakla birlikte benzer ruhta bir yorumun, çarşamba günü yayımlanmış olduğunu görünce (Martin Kettle, “Austerity is here to stay...”The Guardian 14/11/2012) canım sıkıldı. Ama konu önemli. O yüzden o yazıyı kullanacağım, haftanın ikinci yarısında yaşanan olaylara ufkunu genişletmeye çalışacağım. Ekonominin ve siyasetin zamanı Kriz dönemlerinde, toplumsal altüst oluşların arkasında ekonominin ve siyasetin zamanları arasındaki uyumunun kaybolmasının yattığını söyleyebiliriz. Örneğin, 1930’larda Keynes’in bir makalesinde vurguladığı gibi mali piyasalar kendilerini temizleme sürecine girmiş olabilirler, ama siyasette biriken sorunların derinleştirdiği çelişkilerden dolayı, “siyasetin zamanı”hızlanarak bu temizlenmenin tamamlanmasına izin vermeyen patlamalara yol açabilir. Kimi zaman da ekonomiyle siyasetin arasında, olumsuz yönde bir senkronizasyon ortaya çıkabiliyor. İlginç, belki de korkutucu olan şu ki bugünlerde adeta bu iki durumun birden yaşanmakta olduğunu söylemek olanaklı. Mali sermaye açısından bakınca, devletin, bankaların ve tüketicinin sırtındaki büyük borç yükünü, düşük bir büyüme ortamında, zamana yayarak, büyümenin yeniden başlamasına olanak verecek düzeye çekecek kadar tasfiye etmek olanaklı. Kemer sıkma politikaları ve merkez bankalarının parasal genişleme hamleleri (QE, 1-2-3 gibi) de bunu amaçlıyor. Ancak borç balonunu kemer sıkarak söndürme stratejisi, halkın tepkisi arttıkça, hem devletlerin siyasi istikrarını bozuyor hem de devletler arası ilişkilerin, kaynak erişimi ve fiyatların, fazla kapasitenin ve üretimin ihraç edilmesi üzerinden sertleşmeye başlamasına yol açıyor. Geçen hafta Avrupa çapında yükselen sendikal muhalefet, Ortadoğu’da Ürdün’den Gazze’ye yeni bir altüst oluşa işaret eden belirtilerin ortaya çıkışı siyasetin zamanının hızlanmaya başladığını düşündürüyor. Batı’da devlet düzeyinde zayıf liderlikler, The Independent’tan Andreas Whittam Smith’in işaret ettiği gibi “Petraeus, CIA, Barclays, BBC...” gibi önemli “kurumlarda bir çürüme” mi var sorusunu gündeme getiriyor. Batı tarihsel nüfuz alanlarını (Ortadoğu başta olmak üzere) şekillendirmekte, düzenlemekte yetersiz kalıyor. Ortadoğu’da Müslüman Kardeşler yeni güç merkezi olarak yükseliyor. Ürdün’de, patlak veren olaylar, Müslüman Kardeşler’in, bu ülkede de iktidarı alma sürecini tamamlamak üzere olduklarını, Mısır Başbakan Yardımcısı’nın, İsrail’in saldırıları sürerken Gazze’ye gitmesi, kritik diploması hamlelerini tam zamanında yapabildiklerini bir kez daha kanıtlıyor. Böylece AKP Türkiyesi, Kürt sorununu yüzüne gözüne bulaştırır, dış politikada başarısızlıkları üst üste yığarken Ortadoğu’da, dünya ekonomisine entegre olmakla birlikte Batı karşısında göreli bağımsızlığını hızla artıran, küresel jeopolitikteki değişimlere duyarlı bir bölgesel liderlik şekilleniyor. Bu sırada, Kettle’in vurguladığı gibi Batı’daki belirsizlikler artarken “Çin’de daha dayatmacı, iddialı, kendine güvenli bir liderliğin, 10 yıllık planla işbaşına geldiği görülüyor”. Financial Times’dan Gideon Rachman’a göre, bunların da arkasında “kurt sütüyle büyütülmüş hiper milliyetçi genç bir liderler kuşağı sırada bekliyor”. Rachman, ABD ile Çin’in yollarının giderek daha sık kesişmeye başladığını, taraflardan birinin kendinin ya da rakibinin gücünü yanlış değerlendirmesinin tehlikelerine işaret ediyor. Bu resme Batı’nın tarihsel üstünlüğünün en son büyük projesi AB sürecinin yaşadığı krizi eklersek, ekonominin zamanıyla siyasetin zamanı arasındaki uyumsuzluğu temsil eden tabloyu bir ölçüde tamamlamış oluruz. İki senkronizasyon Geçen yıl Avrupa’da “meydan işgalleri” olayları vardı, “yeni orta sınıf proletarya”, kemer sıkma politikalarına, kriz yönetme modeline, siyasetin işleyiş tarzına karşı tepkisini neredeyse eşzamanlı olarak tüm Avrupa çapında ortaya koyuyordu. Bu dalga geri çekildi. Geçen hafta bu kez işçi hareketi; 23 ülkeden 40 sendika, milyonlarca çalışan, bir dayanışma eylemi düzenleyerek kemer sıkma politikalarına tepkilerini aynı gün senkronize bir biçimde ortaya koyuyorlardı. Bu eylemler Avrupa’nın yapısal bölünmüşlüğünü de yansıtıyordu. Güney ülkelerinde eylemler çok büyük kalabalıkları çekerken Almanya’da sembolik düzeyde kalıyordu. Belçika işçi sınıfının bu bölünmüşlüğe uymayan bir güçle sokağa çıktığını da vurgulamak gerekir. En son ekonomik verilerle, OECD’nin yayımladığı önemli bir rapor, bu muhalefet ortamının, daha uzun süre, zengin ülkeleri de kapsayarak devam edeceğini düşündürüyor. Geçen hafta gelen ekonomik veriler Avro bölgesinin yeniden resesyona girdiğini gösteriyordu. Bu resmin içinde“Fransa beklenmedik biçimde büyüdü” haberinin yansıttığı (Eylülde biten üç aylık dönemde, büyümenin yüzde 0.1’den yüzde 0.2’ye çekilmiş olmasından duyulan) sevinç, aslında beklentilerin ne kadar gerilediğini, durumun ne kadar kötü olduğunu kanıtlıyordu. Almanya’daysa ikinci üç aylık dönemde yüzde 0.3 olan büyüme hızı üçüncü üç aylık dönemde yüzde 0.2 olmuş. Aynı dönemde Hollanda ekonomisi yüzde 1.1 gerilemiş. Avro bölgesi sanayi üretimi büyüme hızı da eylül ayında ağustosa göre yüzde 2.5 gerilemiş(Financial Times, 15/11). Özetle Avro bölgesinde ekonomiler arasındaki senkronize gerileme devam ederken çalışanların ekonomik politikalara karşı eylemleri de senkronize olmaya başlıyor. Bu durgunluğun ne kadar süreceğine ilişkin tartışmalarda, Angela Merkel ve İngiltere Merkez Bankası 5-7 yıl arası bir süreden, kimi analistler 2031 tarihinden söz ediyorlardı. Geçen hafta yayımlanan OECD raporu (http://www.oecd.org/newsroom), tüm öngörülerin ötesinde 50 yıllık bir ufka işaret ediyor. İlk bakışta rapor dünya ekonomisinde gelecek 50 yılda ortalama yüzde 3 büyüme beklentisiyle (bu oran resesyon sınırı sayılan yüzde 2.5’e çok yakın olsa bile) iyimser bir tablo sunuyor. Daha yakından bakınca, OECD’nin büyümenin esas olarak Asya’da yoğunlaşacağını vurguladığı, Batı ülkeleri açısından resesyon sınırında bir sürünmeye işaret ettiği anlaşılıyor. Diğer bir deyişle OECD raporuna göre, Batı giderek yoksullaşacak; göreli, hatta bazen mutlak oranlarda küçülmeye devam edecek. Bu görüntü tarihin önüne, “ırkçılığa varan bir üstünlük duygusuna, plütokratik servet yoğunlaşmasına, tüm uyarlığı yok edebilecek askeri kapasiteye sahip‘Batı’nın 500 yıllık egemenliğini hem de yoksullaşarak kaybetme sürecine acaba nasıl tepki verecek” sorusunu getiriyor. 19 Kasım 2012 - Cumhuriyet |
2100 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |