http://dunya.milliyet.com.tr/savasa-dusman-degil-siyaset-neden-olur/dunya/dunyayazardetay/08.10.2012/1608371/default.htm |
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan geçen cuma Suriye’deki rejimin güçleriyle muhtemel bir askeri çatışmayı kastederek şöyle konuştu:
“Biz asla savaş meraklısı değiliz; ancak savaştan da uzak değiliz. (...) Bizim can damarımıza bastıkları zaman biz orada sulhu konuşamayız. (...) Yeri gelir o zaman da cenk barışın anahtarı olur”.
Sayın Başbakan mealen, “barışı kurmak için savaşmanın kaçınılmaz olabileceğinden” bahsediyor.
Burada yeri gelmişken, Prusyalı General Carl von Clausewitz’e ait, “Savaş siyasetin şiddet araçlarıyla devamıdır” şeklindeki o herkesin bildiği veciz saptamayı hatırlatmak isterim.
Clausewitz’e atıf, şunu söylemek açısından önemli: Siyasetiniz yanlışsa onun devamı olan savaşınız da yanlış olur. Ya da yanlış siyaset, ülkeleri yanlış savaşların içine atabilir. Savaş meraklısı olmak şart değil.
Suriye top mermisinin Akçakale’ye düşerek 5 can kaybına neden olmasından sonra Ankara’nın verdiği askeri karşılığı ve savaş uyarısı içeren söylemini bu açıdan da değerlendirmek lazım.
Misal, Türkiye Irak’taki Kürt bölgesinden kendi güvenliğine yönelmiş bir PKK tehdidi altında... Ama bu bölgeye büyük kara operasyonları düzenlemiyor.
Neden?
Siyaseti şimdilik öyle gerektirdiği ya da zorladığı için.
Ürdün’e göz atalım...
Oradaki Suriyeli sığınmacı sayısı neredeyse Türkiye’dekinin iki katı.
Ürdün geçen ağustos ve eylülde kendi topraklarına düşen Suriye top mermilerine, Türkiye gibi ateşle karşılık verdi.
Lübnan’ı unutmayalım. Hem Suriye sınırında, hem de Suriye’deki savaşan tarafların vekil unsurları arasında sıklıkla çatışma çıkıyor.
Tamam, Ürdün ve Lübnan, Türkiye ile zinhar kıyaslanamaz. Biz çok büyük ve güçlüyüz, onlar tam tersi.
Ama “Onların Suriye ile savaş seçeneğinden söz etmesi hadlerine mi kalmış?” diye soran olursa, ben de “Hangi Türkiye-Suriye savaşından söz ediyorsunuz?” diye cevap veririm.
Mevcut Suriye siyaseti Türkiye’yi bu ülkeyle savaşa sokar da, o savaştan çıkarabilir mi? Türkiye’nin bir “çıkış stratejisi” var mı?
Yok... Olamaz da.
Bu Suriye siyasetiyle kendimizi bir savaşın içinde bulabiliriz ama aynı nedenle, yani malum siyasetin hedefi yüzünden bu savaştan kolayca çıkamayız.
Nedir hedef?
Suriye’deki Baas rejimini yıkıp, yerine ideolojik yakınlık içinde olunan Müslüman Kardeşler ağırlıklı bir iktidarı kurmaktır. Bu hedef doğrultusunda Türkiye alenen savaşmak dışında kalan ne varsa her şeyi aleni biçimde yaptı.
Mülteciler krizi mühendisliği üzerinden uluslararası destekli tampon bölge stratejisiyle rejim devrilecekti. Yani savaşın kolay ve garantili olanı bir yıl önce göze alınmıştı.
Ama kapasiteler hususunda gerçeklik denetimi yapılmadı.
Kürt sorunu ve bunun bölgeselleşme kapasitesi, Alevi sorunu, enerjide Baas’ın dostlarına bağımlı olunması, ekonominin kırılganlığı, ordunun sair eksikleri, hepsi ihmal edildi.
Ulusal mutabakat inşası şöyle dursun, ayrıştırıcı söylem ve tutumlar sürdürüldü.
Bugün AKP seçmeninin önemli bölümü dahil, Türkiye kamuoyu savaşa karşıdır.
Ayrıca bütün öngörülerinde yanıldı Ankara...
Baas rejimi kısa zamanda çöker, Batı İttifakı topuyla tüfeğiyle gelir, İran Esad’a bu denli destek vermez sanıldı; tersi oldu.
Bugün Türkiye, Baas rejimine adeta “milli düşman” muamelesi yaparak gereğinden fazla öne çıkmıştır ve şimdi yalnızdır.
Ve biliyoruz, hükümet gerçekte savaş istemiyor. Ama kendi siyasetinin sonucu oluşan bu düşmanlık hattında caydırıcılığın çaresini mecburen savaş tehdidinde arıyor.
Lüzumsuz olduğu için sadece cinayet değil, aynı zamanda intihar anlamına gelecek bir savaşa sürüklenmemek için en önce ve acilen yapılması gereken, Suriye siyasetinde kolay algılanabilir, kesin bir değişikliğe gitmektir.